Hayata Özgü

Yazmak bir dışa vurum benim için; kimi zaman kendimi kimi zaman dolaylı-dolaysız yansımaları. 

İşte ben de buradayım, bloglananlar kervanındayım...


12.09.2009

Yağmurla gelen ilham perileri

Yağmur yağıyor, seller akıyor
Arap kızı camdan bakıyor…

Zaten ne olduğunu anlamadan geçip giden yazdan sonra, sonbahara gözümü yağmurla açtım. 

Etrafı sel su alıp götürürken, evimde olmanın verdiği güven duygusuyla uzunca süre yatağımdan çıkmadım. Miskinlik bu ya; film izlemeli, kitap okumalı, kanepede uyuklamalı…
Annem kahvaltı hazırlamış, kokusu geldi burnuma. Bu lüksü ıskalamamalı Özgü’can, istikamet mutfak!

Hayda! Bunlar değildi anlatacaklarım, nereden çıktılar?
Ters yöne girmişim. Buradan dönüş yapıyorum.

Sonbaharın gelmesiyle terk edilmiş bir sahil kasabasına gittik. Nerede olduğunu söylemeyeceğim. Peşimizden gelip bulamayın bizi diye. Pansiyon sahibi sevimli bir kadın, odamıza yerleştikten sonra çay içmeye davet etti bizi. Zaten çok bi eşya da almadık yanımıza. Birkaç eşofman, mevsimlik uzun kollu penyeler, akşamları üşütmemek için bir hırka ve diş fırçası. Bir de kitap.

Valizimi deşifre ettiğime göre devam edebilirim asıl mevzuya. Odaya eşyaları bıraktığımız gibi Handan Teyze’nin yanına iniyoruz. Handan Teyze; az önce bahsettiğim pansiyon sahibesi. Saçları kömür gibi simsiyah, yüzü ise sanki nur inmiş gibi bembeyaz bir kadın. Üstündeki çiçekli entarisi ile bana çocukluğumda tanıdığım büyük babaanneyi hatırlatıyor. Belki de bu yüzden içim ısınıyor bir anda bu tatlı kadına. 

Semaverde öyle bir çay demlemiş ki Handan Teyze, sormayın gitsin. Kokusu sarmış bütün salonu. Eski tip küçük boy çay bardaklarına dolduruyor tavşankanını. Yanında da Selanik gevreği… Gelip oturuyor yamacımıza, sanki uzun süredir ziyaret edilmemiş bir akraba edasında sohbete başlıyor. 

Bu kasabada doğmuş büyümüş ve neredeyse buradan hiç ayrılmamış bu yaşına kadar. Hayret ediyorum; bu ufacık kasabada yaşayıp, bunca bilgi bunca görgü nasıl edinilir diye. Sonra sonra kavrıyorum, pansiyonuna gelen misafirler ona kasaba dışındaki dünyalardan hayatlar getiriyor. O ise yalnızca oda gösterip, parasını almıyor misafirlerinden. Onların hayatlarından birer parça alıyor, gönül defterine yazmak için. 10 yıl öncesinin misafirlerini hala sevgiyle anıyor. Belki bu yüzden ihtiyaç duymuyor başka yerlere gitmeye. Her pansiyonerle, başka yerler onun ayağına geliyor bu küçük kasabada.

Yorgunsunuzdur çıkın dinlenin diye ayrılıyor yanımızdan. Saat 7’de akşam yemeğini kaçırmamızı da tembihliyor.

Odaya çıkıp balkona atıyoruz kendimizi. Kocaman bir sedir var, üzerinde minderler… Balkon demirinin kenarında saksılarla süslenmiş. Önümüzde uzanan sonsuz deniz ve bomboş bir sahil… Tek tük kalmış şezlongların bazısına kediler tünemiş. Deniz oldukça dalgalı, uzakta alabora olmamak için çabalayan ufak motorlar görünüyor. Deniz kokusunu içime çekiyorum doyasıya. Gülümsüyoruz. Az önce bahsetmediğim, mini radyoyu getiriyorum, valizden çıkarıp. Güzel bir kanal bulup, sesini duyabileceğimiz kadar açıyorum. Kendimizi bu huzurun kollarına bırakıyoruz.

.

.

.

İlham perileri yağmurla iniyor bazen dünyaya. Burada hala yağmur yağıyor. Özgü kız ise penceresinden bakarken bu hayalleri kuruyor.

Yağmur yağıyor, seller akıyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder